…
…
…
…
12 Şubat 2020, Çarşamba Türkiye, Niğde

Andaval Örenyeri


Tarihçe ve Mimari Özellikler  

Tarihi kaynaklarda adı Andabalis, Adualis, Ambabalis olarak geçen yerleşim Geç Antik dönemde başkent İstanbul’dan Kilikya’ya giden ve oradan da Kutsal topraklara ulaşan yol üzerindeki askeri bir garnizondur. Efsaneye göre, Büyük Konstantin’in annesi Helena, 4. yüzyılın ilk yarısında, kutsal topraklara, yaptığı hac ziyareti sırasında bölgede bazı kiliseler inşa ettirmiştir. Ancak gönümüzde bazı yayınlarda “Kontantin bazilikası” olarak bilinen kilisenin bu kiliselerden biri olmadığı düşünülmektedir. Mimari plan özellikleri göz önünde alındığında, günümüze gelen kilise ise (Konstantin ve Helena Kilisesi), Helena’nın yaptırdığı kilisenin yerinde veya yakınında, daha sonraki bir dönemde (büyük olasılıkla 5. veya 6. yüzyılda)  inşa ettirilmiş olmalıdır.

Konstantin ve Helena Kilisesi günümüzde Niğde’nin (Nahida) 8 km. kuzeydoğusunda, Aktaş Kasabası, Yeni Mahalle’sinde yer almaktadır. Kilise ilk kez W. J. Hamilton 1842 yılındaki seyahatnamesinde kısaca anılmaktadır. Sonra sırasıyla W. J. Stryzygowski (1903), H. Rott (1908), J. Lafontaine Dosogne (1958), N. Ve M. Thierry (1963) gibi batılı araştırmacılarca incelenmiştir. Kilise en ayrıntılı biçimiyle ilk kez M. Restle’nin 1979’da basılan ve Kapadokya’daki erken Bizans Dönemi mimarisini inceleyen kitabında ayrıntılı olarak ele alınmıştır ve tanıtılmıştır.

Yukarıda adı geçen araştırmacıların öngörüleri doğrultusunda kilisenin ilk yapısı 5. veya 6. yüzyıllara Bizans mimarisinde yaygın olarak uygulanan düz ahşap çatılı, üç nefli, tek apsisli Helenistik bazilika planlıdır. 8. ve 9. Yüzyıllardaki Arap akınları sırasında kilise büyük tahribat görmüş, olasılıkla yakılmış ve daha sonra örtü sistemi kagir beşik tonoza dönüştürülmüştür.

Anadolu’nun 11. yüzyılda Türklerin eline geçmesinden sonra kilise, yörede ikamet eden gayrimüslim tebaanın ibadetine açık kalmıştır. 1909 yılında yapıyı ziyaret eden Gertrude Bell, yapının dokuz fotoğrafını çekmiştir.

O 177 no.lu arşiv fotoğrafında yapının tonozu ve ahşap İkonastasisin yerinde olduğu görülmektedir. Bu da kilisenin o tarihte büyük oranda kullanılabilir durumda olduğunu göstermektedir. Ancak Bell günlüğünde yapının bir depoya dönüştürüldüğünü de vurgulamaktadır.

1970lerde yapıda çalışmalar gerçekleştiren ve bu çalışmalarını 1979’da yayınlayan M. Restle, orta nefi örten tonozu ve duvar resimlerinin bir kısmını görmüş, duvar resimlerinin üç ayrı katman halinde olduğunu belirtmiştir.

Araştırmacıya göre yapının ilk dönemi üç nefli bazilikadır; yan nefler tek, orta nef çift pahlı çatıyla örtülüdür. İkinci yapı döneminde nefleri ayıran sütunlar payelerin eklendiği takviyeli kemerlerle desteklenen ve her üç nefin de tonozla örtüldüğü bir yapıya dönüştürülmüştür.

Üçüncü yapı döneminde, yani 20. yüzyılın başlarında H. Rott’un 1908’deki ziyaretinden kısa süre önce, yan neflerin kaldırıldığını ve nefleri ayıran desteklerin aralarının örüldüğünü belirtir. Uzun süre elma deposu olarak kullanılan kilisenin (orta nef) 1977 yılının Mart ayında kimliği bilinmeyen kişiler tarafından yıkıldığı, Kültür Bakanlığı resmi kayıtlarında belirtilmektedir. 11.03.1977 tarihli Koruma Kurulu kararı ile kilisenin tescil edildiği ve korunmasının gerekliliği kararına varılmıştır. T.C. Kültür Bakanlığı Anıtlar ve Müzeler Genel Müdürlüğü’nün 18.09.1996 tarihli kararı ile kilisenin Niğde Müzesi Müdürlüğü Başkanlığı ve Hacettepe Ünv. Sanat Tarihi bölümü öğretim üyelerinden Prof. Dr. M. Sacit Pekak’ın bilimsel danışmanlığında yapıdaki koruma, kurtarma ve restorasyon çalışmaları başlatılmıştır. Bakanlar Kurulu kararı ile 2010 tarihinden itibaren ise Prof. Dr. M. Sacit Pekak’ın başkanlığında çalışmalara 2016 yılına kadar devam edilmiştir.

Bu çalışmalarda mimari ve duvar resimlerinin korunmasına ve restorasyonuna öncelik verilmiştir. Yirmi yılı aşkın çalışmalar sonrasında yapı belgelenmiş, rölöve, restorasyon ve çevre düzenlemesi projeleri KA-BA Mimarlık Bürosu’na hazırlatılarak yetkili kurum ve kuruluşlarca onaylanmıştır.

Bununla birlikte kilisenin etrafı taş duvarlar ve demir parmaklıklarla çevrelenmiş, deposu da olan bir kazı evi ve bekçi kulübesi inşa ettirilmiş, kilisenin üzeri doğanın olumsuz etkisinden korumak amacıyla çelik ve sandviç panellerle örtülmüştür.